25 Ekim 2011 Salı

Sadece "Üzgünüm"

Bildiğiniz gibi gündemimiz bir süredir terör belasıydı. Tadımız tuzumuz kaçmıştı ki, Van'dan gelen haberlerle birkez daha üzüldük.

Gündem yoğun, iletişim hızlı olunca birbiri ardına gelen haberleri takip edemez oldum. Kimi terör olayları ve depremi ilişkilendiriyor, kimi ünlüler ne demiş konuşuyor, kimi zenginlere sesleniyor...

Gülüp eğlenmek kolay ama keyfim kaçınca dilim de tutuluyor. Marifet tam da böyle zamanlarda birşeyler söyleyebilmek, vicdanını konuşturmak, gönül telinin nağmelerini seslendirmek belki de.

Neyse...(bu neyse "bosver" anlamında degil, "beni geçelim" anlamında) Bana gelene kadar zaten birçok söz söylendi, yorumlar yapıldı. Ben de sadece ÇOK ÜZGÜN olduğumu ve elimden ne geliyorsa yapmaya çalışacağımı paylaşmak istedim.

18 Ekim 2011 Salı

Sesim güzelmiş de haberim yokmuş!

Evet, yanlış okumadınız başlığı; meğer benim sesim güzelmiş de yıllardır eski bir sandık köşesindeki eşya gibi keşfedilmeyi bekliyormuş. Bunca zaman boşuna "Benim sesim güzel değil ki" diye birşey söylememişim. :))

"Peki şimdi ne oldu da 25'inden sonra öğrendin?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Hemen anlatıyorum: Geçen gün ney üfleyen bir arkadaşım yanında şarkı söyleyip söyleyemeyeceğimi sordu. "Niye bana soruyorsun? Birisi mi söyledi? Nerden çıktı şimdi? Benim sesim güzel değil ki.." derken; kendi kendime mırıldandığım anlardan birinde beni dinleyen başka bir arkadaşımdan duyduğunu öğrendim. İçimden de gizliden solist olma isteği geçiyormuş herhalde ki, "Peki kabul, ama önce deneme yapalım" dedim. Derken provaya başladık ve arkadaş sesimi beğendi. Ben içimden -ve hatta dışımdan- "Hadi canım, bu saatten sonra kimseyi bulamayacaksın diye beğenmiş gibi yapıyorsun değil mi? Tamam nota bilgim var ama sesim güzel değil işte" deyip duruyorum. Beni inandırmak için bir de provayı kaydedip dinledik. İnsanın kendi sesini dışardan duyması ne kadar değişik bir hismiş, sanki ben değilim gibi. Üstelik şarkı söylerken sesim konuşurkenki gibi ciyak ciyak çıkmıyordu, kulağı da tırmalamıyordu. Dinleyeceklere eziyet vermeyeceğime kani olunca itiraz etmedim daha fazla. Bu kabullenişten sonra prova eğlenceli hale gelmeye başladı ve ara ara buluşup arkadaşımdan Türk musikisi dersi almaya karar verdim, sağolsun o da kabul etti.

Bu kadar dert yandıktan sonra söylediğim şarkıyı merak ettiniz değil mi? İşte buyrun:


Hadi kısaca hakkında bilgi de vereyim:

Bestesi Kaptanzade Ali Rıza Bey'e, güftesi Ömer Bedrettin Uşaklı'ya ait hicaz makamında, nim sofyan usulünde bir şarkı. (TRT sunucuları gibi oldu değil mi? :) )

Sözleri:

Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgarına
Ey ufuklar diyorum yolculuk var yarına

Ayrılık görünmüşken yar tutmuyor elimden

Misafirim bugün ben gurbet akşamlarına


Çalıştığımız diğer şarkı da rahmetli Zeki Müren'den gelsin. (Bunda biraz zorlandım, bu yüzden sadece çalıştık, sonrasında söylemedim.)



Bu eser de bestesi İsmail Dede Efendi'ye, güftesi Enderuni Vasıf Bey'e ait yürük semai usulünde hicaz makamında bir şarkı.

Sözleri:

Ey büt-i nev eda olmuşum müptela
Aşıkım ben sana iltifat et bana yar yar
İltifat et bana aşıkım ben sana

Gördüğümden beri olmuşum serseri
Ben denim ey peri iltifat et bana yar yar
İltifat et bana aşıkım ben sana

Çok güzeller değil mi?

Klasiklerin vazgeçilmez olduğunu bir kez daha öğrendim. Sesimden ziyade Türk musikisini yeniden keşfettim galiba. Ne dersiniz? :)

13 Ekim 2011 Perşembe

FT Island ve İstanbul Zilleri

Bugün çok güzel bir haber aldım. Malumunuz, eğer doktorsanız ömrünüz sınavlarla geçiyor. İşte girdiğim o sınavlardan en sonuncusundan geçtiğimin haberini aldım. Üzerimdeki yüklerden birini daha attığım için çok mesudum. (Darısı Ayvaz'ın başına diyor ve devam ediyorum.) Gün boyunca ağzım kulaklarımda, kulaklarım telefonda ve parmaklarım klavyede gezdim. Sağolsunlar, haberi alanlar tebrik telefonları ya da mailleri attılar.

Sınavı geçtiğimin haberiyle beraber "Lüzumsuz İşler Müdürü" Köroğlu sahalara döndü ve internette sörfe başladı. Veee, bilin bakalım ne buldu? Evet doğru tahmin, FT Island'ın yeni klibi!
(Ayvaz bilir, siz de yavaş yavaş öğrenirsiniz; ben bir FT Island hayranıyım)



Aslında yakın zamanda "teaser"ını (Türkçe karşılığını bulamadığım için yazamadım, hoş görün lütfen.) görmüştüm ama çıkacağı zamanı takip etmemiştim. Bugün bulunca hemen izledim. Her zamanki gibi çok güzel bir şarkı yapmışlar. (K-Rock şarkıları K-Pop şarkılardan genelde daha kaliteli diye düşünüyorum. Elbette bu sadece benim görüşüm ve bu konu ayrıca tartışılmaya değer olduğu için asıl konuyu dağıtmadan devam ediyorum.)

En önemli konuya geliyoruz, LÜTFEN DİKKAT!!! Şarkıdan da ziyade esas dikkati çeken husus klipte çaldıkları baterinin zilleri oldu. Evet yanlış duymadınız, ziller dikkatimi çekti. Çünkü üzerlerinde "İstanbul" yazıyordu. Bakınız 0:32, 0:59, 1:13, 1:19, 1:23, 2:59, 3:12 ve benim de ilk dikkatimi çeken 3:25'te (En sonuncu dışındakileri yazıya başlayınca durdurarak izleyip yazdım :) )


Belki de siz İstanbul marka zillerin dünyaca ünlü olduğunu biliyor olabilirsiniz ama ben bugün öğrendim ve araştırmacı karakterimle(!) hemen bunun hakkında birşeyler okumaya başladım.

Meğerse, dünyadaki zil piyasasının en kaliteli markaları Türkiye'denmiş. Bunlardan biri Zildjian (yani bildiğimiz zilci ve oğlu anlamında -yan ekiyle Zilciyan) markası, diğerleri de İstanbul Agop ve İstanbul Mehmet markaları.

Zilciyan markası Osmanlı zamanında kurulmuş ve zamanında Osmanlı padişahlarından da büyük destek almış. Sonraki nesillerinde Türkiye'deki işlerini bırakmışlar ve Amerika'ya yerleşen aile fertleri burada yeniden zil üretimine başlamış.

İstanbul markası ise öncesinde Zilciyan ailesinin zil atölyelerinde çalışan ustalar Agop ve Mehmet tarafından kurulmuş. Yine sonraki nesillerde iki ustanın çocukları yollarını ayırıp İstanbul Agop ve İstanbul Mehmet markalarını kurmuşlar.

Şimdi böyle kaliteli zil yapmanın da bir inceliği varmış. Bunu da Zilciyan ailesi ve burada çalışan ustalar bildiği için bu markalar çok iyiymiş.

Bir de piyasadaki çoğu marka fabrikasyon üretim yaparken, İstanbul markalı ziller el yapımı olduğu için de daha çok tercih ediliyormuş. Discovery Channel bile haklarında reklam filmi hazırlamış. Bakınız.



İşte böylece İstanbulumuz'un marka değerine katkıda bulunan bir şeyi daha öğrenmiş oldum. Daha fazla bilgi almak isteyenleri buraya, buraya , buraya ve buraya alabiliriz. Bir de fazla geyik olsun diye buraya da bakabilirsiniz. :)

Benim çok hoşuma gitti, ya sizin?


11 Ekim 2011 Salı

Keyfiyet #2 Sonbahar gezisi



Memleketimin kokusuna değişmeyeceğim bir yere gittim.
Sonbaharda bir başka güzeldi.
Bedenen ve ruhen yenilendim.

Ayvaz, mutlaka birgün beraber gidelim.
Olur mu?

10 Ekim 2011 Pazartesi

BİR KİTAP OKUDUM

"Kürk Mantolu Madonna" yı okurken kelimelerin nasıl usta bir kalemin elinde nasıl sanat olduğunu gördüm. Sabahattin Ali tasvir yaparken ozenle secmis kelimeleri..Herhangi bir gecistirme  ya da oylesine konmus bir kelime yok. Sanki kilim dokumus,tek tek ilmek yapmıs kelimeleri sabırla işlemiş..

"İnsanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı...Bir de ben bu halimle kalkıp baska bir insanın kafasının icini tahlil etmek,onun duz  veya karışık ruhunu gormek istiyorum .Dunyanın en basit en zavallı hatta  en ahmak adamı bile
insanı hayretten hayrete duşurecek ne muthis bir ruha maliktir!..Nicin bunu anlamaktan bu kadar kacıyor ve insan dedikleri mahluku anlasılması ve hakkında hukum verilmesien kolay şeylerden biri zannediyoruz? Nicin ilk defa gordugumuz bir peynirin evsafı hakkında soz soylemektenkactıgımız haldeilk rast geldigimiz insan hakkında son kararımızı verip gonul rahatlıgıyla oteye geciveriyoruz."

Bu satırları okurken hissettigim sey aldıgım lezzetin yerini  hic bir bestseller dolduramaz..Edebiyat tutkularına gelsin..

5 Ekim 2011 Çarşamba

Ne dinliyorum?


Bu sıralar çok dinliyorum.
Sakin, dinlendirici, hüzünlü.
Bir yandan da dinamik, coşkuya giden bir havası var.
Kısacası, sevdim bu müziği.

Ayvaz'a gelsin, ders çalışırken dinlesin.

Keyfiyet #1

Artık çok dağınığım.

Halbuki, eskiden ne kadar da düzenliydim.

“İnsanın iç dünyası nasılsa dışa da o yansır” derler.
Sence de öyle mi?
Bence öyle.
Acaba ne zaman tekrar derlenip toparlanacağım?