28 Haziran 2012 Perşembe

Game of Thrones

Bir doktorun hayatı planlamak ve listelemekle gecer. Sınava kadar yapılması gerekenler, sınavdan sonraya bırakılanlar. Bu ertelenen seyler hep guzel olanlardır. Film izlemek,gezmek,alıs veris yapmak ,arkadas ziyareti uzar da uzar. Liste yapılır. İste benim tus sonrası yapılacaklarımda da "game of thrones" vardı. Amma ve lakin uc gunde iki sezon bitirip ucuncu sezonun da taaa 2013 Nisan'da yayınlanacagını duyunca,hay dedim izlemez olaydım.


Diziye gelince senaryo, kurgu, oyunculuk, goruntu hepsi on puan on puan. Ben fantastik edebiyatı sevmem, filmde de fantastik hava var ama tadında. Film senaryosunu George R R Martini'nin  " a song of ice and fire" kitap serisinden uyarlanıyor. Bu amcamız aynı zamanda   TRT 1 de yayınlanan Guzel ve Cirkin'in de senaristiymiş.2007 de imzalanan kontrat ilk sezon olarak 2011 de gosterime giriyor. Kitapları okumadım ama su anda ilk okunacaklar listesinde. İki farklı yayınevi tarafında cevrildigini biliyorum. İlkinin cevirisi cok kotuymus diye duydum. Acaba kitabın aslını mı okusam ya da ikince ceviri hakkında bir fikriniz var mı? Onerilerinizi bekliyorum.

"power is power"Cersei






27 Haziran 2012 Çarşamba

Büyük Buluşma

Bu hafta sonu koroglu ile buluştuk.:) Bana cok iyi geldi. Her ne kadar yogun bir hafta sonu da olsa birbirimize de vakit ayırabildik. Boston koroglunu daha da sakinlestirmiş. Yanındayken dingin bir koyun aksam vaktindeydim:) Tabi icerdeki calkantılardan bihaber. Ankara'yı bu yuzden cok seviyorum, buluşmaların ve kavuşmaların şehri.

Baska bir ulkede ve başka bir şehirde bulusuruz belki de bir gun..

23 Nisan 2012 Pazartesi

Nice yıllara Ayvaz!

Bugün çok sevgili arkadaşım Ayvaz'ın doğum günü. 

Maalesef ben yanında değilim.
Halbuki onun için şöyle bir pasta yapmayı ne çok isterdim. 



İnanmadınız mı?
Kabiliyetlerime daha uygun birşey seçelim madem.

Bu nasıl?


Basit bile olsa kelebek şeklinde olacak ama.
Neden bilmiyorum, bu aralar takıntılıyım kelebek mevzuuna.
Psikolojimle mi alakalı acep?? Neyse..

Doğum günün kutlu olsun Ayvaz!!
İyi ki varsın, iyi ki arkadaşımsın.

Ne güzel bir günde doğmuşsun ki en sevdiğim resmi bayramla beraber kutluyoruz.

Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız da kutlu olsun!

3 Nisan 2012 Salı

Far From Home

Bugünlerde dilime dolanan şarkı..

Normalde hard rock dinlemem. Dinlediklerimden başka türleri de "Aaa! Neler varmış? Ne dinlesem?" diye aramam. Bir arkadaşım tavsiye ettiyse, bir cafede ya da bir dizide/filmde duyduysam ve beğendiysem dinlemeye başlarım.

İşte, bu şarkı da öyle oldu. TV'yi ne zaman açsam izleyebilecegim en olası ve güzel dizi "Criminal Minds" oluyor. Ard arda o kadar bölüm veriyorlar ki, başına geçince kalkamıyorum. Neyse... Kaçıncı bölümdü hatırlamıyorum ama; babası seri katil olan kızın ekibe katıldığı bölümün sonunda çalmıştı. Unutmayayım diye de sözlerini bir kenara yazmıştım. :D

Grubun diğer şarkılarını fazla beğenmedim, fazla gürültülü geldi. Bu şarkıda da biraz isyan var ama, müzikten kurtarıyor.

Belki siz de beğenirsiniz diye de paylaşmak istedim. İyi dinlemeler!

1 Nisan 2012 Pazar

Leyleği havada gördüm :)

Bilmiyorum buralarda leylek oluyor mu? Fakat benim durumum tam olarak böyle. Son bir aydır yapmam gereken dışında her türlü aktiviteyi yaptım.

Konferanslara katıldım. Biri Boston College'da, diğeri Harvard'daydı. Bugünlerde Ortadoğu'da demokrasi ve Ortadoğu'daki kadınların demokratik hareketlerdeki rolleri çok popüler konular. En azından benim olduğum yerde öyle. Bir de bizim zaten bildiğimiz, bizzat yaşadığımız halleri ya da olayları başkalarından dinlemek çok ilginçti. Türkiye'deyken bile gündemi böyle akademik bir şekilde takip etmiyordum. :) Harvard'dakinde ise bazı konulara yanlı yaklaştıklarını düşündüm. Neyse...


Sonra küçük çaplı bir pikniğe katıldım. Charles River hem şehrin içinde, hem sakin. Zaten ben de kalabalıklardan ziyade doğayı severim. Çiçekler açsın, böcekler ötsün hesabı benimkisi işte.. :D

Boston Türk Filmi Festivali'nin açılış filminin (Bir Zamanlar Anadolu'da) gösterimine katıldım. İlk defa Nuri Bilge Ceylan filmi izledim ve tek kelimeyle bayıldım. Görsel olarak çok tatmin ediciydi. Sahneler fotoğraf kareleri gibiydi. Zaten bu Nuri Bilge Ceylan filmlerinin bir özelliğiymiş.

Mesleki bir seminer için iki günlüğüne Chicago'ya gittim. Gitmişken gezmek lazım değil mi? Bence de lazım ama, maalesef sadece şehir merkezindeki Millenium Park'a ve lunapark-liman-hediyelik eşyacı vs karışımı (Navy Pier diyorlar) bir yere gidebildim. Hiç yoktan iyidir deyip, gezme planlarımı başka bahara erteledim. :(


Millenium Park'taki meşhur "Silver Bean"

Başka ne mi yaptım? Şimdilik bu kadarı yeter de artar bile. Umarım bir an önce projemi bitirebilirim. Ühüüü!!

13 Mart 2012 Salı

ve Köroğlu "90'lar Türkçe Pop" listesini nihayet bitirir

Merhabalar efendim! Bu defa sevgili Hikaruivy Unnimin beni mimlediği 90’lar Türkçe Pop yazısı için klavye başına geçiyorum. Biraz da heyecanlı mıyım ne? J (Mahsus abartıyorum, ciddiye almayın!)
Baştan söylemeliyim ki, şimdiye kadar mim yazan arkadaşların ellerine sağlık. Cidden emek verdiklerini düşünüyordum ama, şimdi daha iyi anlıyorum. Öyle keyifli keyifli mim okuması değilmiş yani.
“Mim”in konusu 90’lardan unutamadığımız Türkçe Pop parçalar. Küçükken nostalji dendiğinde annemlerin-ninemlerin zamanlarını düşünürdüm. Meğer biz de yaşlanmaya başlamışız ve 90’lar dinlemek de nostalji olmuş. Hey gidi günler!!
Ben o zamanlar ilkokul çağlarımdaydım. Babamın pop müzikle arası iyi değildi (Barış Manço hariç). Bu yüzden genelde sokakta oyun arkadaşlarımdan öğrenirdim popüler şarkıları. Radyoyu karıştıracak kadar büyüyünce de radyodan dinlemeye başladım. Diyarbakır’daki meşhur Japon pasajından aldığımız bir müzik setimiz vardı; ordan dinlerdim. (O müzik seti hala çok güzel çalışır. E tabi, Japonlar yapmış! J) Klip izlemeye de ilkokul üçüncü sınıf zamanlarımda başladım galiba. Yine de çoğunu bilmem. (YouTube sağolsun, şimdi hepsini izleyebiliyoruz.) Bir de yaz tatillerinde kuzenlerimle pop müzik kültürümüzü tamamlardık. Bütün kuzenler arabaya doluşur son sesle müzik dinlerdik. Bütün köy de bizi dinlerdi. Kimse de çıkıp “Yeter artık! Arabanın aküsünü bitiriyorsunuz.” demezdi. Belki şunu diyenler olmuş olabilir: “Hacı Mehmet’in torunları da amma şımarık, gürültülerini çekmek zorunda mıyız? ” J
İçim de epey doluymuş ha J Neyse, şimdi şarkılarımıza geçelim.
Açıklama yapacak olursam, Top 10 listem değil. Sevdiklerimden ve hatırladıklarımdan hazırlamaya çalıştım.
Evde birtek Barış Manço dinleniyordu dedim ya, rahmetliden başlayalım.
1. Barış Manço-AYI

Barış Manço'yu öğrendiğimiz şarkı. Barış Manço’nun her şarkısı bir yana bu şarkı başka bir yana diyebilirim. Kardeşimle beraber bağıra bağıra söylerdik :D
2. Yonca Evcimik-Abone

90’ların başında çocukların en çok dinlediği diğer bir şarkı da buydu. Evde pop dinlenmezdi dediysem o kadar sıkı kurallar da yoktu. Babamı da despotmuş zannetmeyin. Mesela bu şarkıyı söylememize bişey demezdi J
3. Demet Sağıroğlu-Arnavut Kaldırımı

Ah ah! İşte en sevdiğim şarkı! O yaştaki çocuklar olarak şarkı sözlerini ne kadar derin anlayabildik şüpheliyim. Yine de güzel şarkı kendini her yaşa sevdiriyor demek ki..
4. Sertab Erener-Yanarım

Sertab Erener’i de severek dinlerim. Seçerken de zorlandım biraz. Sesini çok rahat kullanıyor değil mi? Ya da bana mı öyle geliyor? Aldırma, Sevdam Ağlıyor, ... hepsi çok iyidir. Bir de pop değil ama Makber vardır çok güzel J
5. Burak Kut-Yaşandı Bitti

Aslında Benimle Oynama ve Bebeğim daha çok sevdiklerimdendir. Birileri kesin onları paylaşmıştır diye değişiklik olsun istedim. Bu klip de ABD çekildi diye çok reklamı yapılmıştı ama istedikleri etkiyi oluşturamamıştı.
6. Tarkan- Kış Güneşi

Ne desem bilemedim. Güzeldi işte.. J
7. Erdal Çelik-Canımın İstanbul Köşesi

Unutulan şarkıcılardan değil mi? Geçende dilime dolandı “Canımın İstanbul köşesi/Gel de gelsin neşesi”. Ah, bir de İstanbul’da olsaydım!
8. Gülşen-Be adam

Eskiden pek cici bir kızdı (Bkz: Delisin). Son zamanlarda hiç dinlemiyorum. Yalnız bu klipte de az “stalker” değilmiş hani J Bir de “Gel Çarem” vardır ilk şarkılarından güzel.
9. Mustafa Sandal-Gidenlerden

Beşinci sınıfta bizi dersaneye götüren serviste çalınırdı bu albüm. Ne zaman dinlesem güneş batarken yolculuk yaptığımız o günler aklıma gelir, bir de üstü çiçekli böcekli test kitapları. J
10. Candan Erçetin-Yalan

Son şarkının da bende yeri ayrıdır. Yaşlandıkça daha bir anladım herşeyin bir gün yalan olacağını..
İşte böylece 90’lar listemi bitirdim. Mim dolaşırken diğer arkadaşların yazılarını okumamaya çalıştım kendi listemi etkilemesin diye. Yine de benzer şarkıları paylaşmışızdır herhalde. Kaydı yayınladıktan hemen sonra okumadıklarıma bakacağım. Eminim her birindeki şarkılar daha birçok anımı hatırlatacak. Hatta sizin de benim listedekilerle ilgili anılarınız varsa dinlemekten memnun olurum.
Az daha unutuyordum. Bu mimi birilerine paslamam gerekiyor değil mi? O zaman benden sonra isterlerse Winpohu, Scaffolding Pole ve Neo devam ettirsinler. Bir de Ayvaz’cım, ne zamandır yazmıyorsun. Sana da yolluyorum bu mimi. Yalnız itiraz kabul etmem, bekliyorum yazını. J

Benim hâlâ umudum var ...



... mı acaba?

ya da

Benden umut var mı hâlâ?

23 Şubat 2012 Perşembe

Keyfiyet #3 Biri beni bu tembellikten kurtarsin!

"Procrastination"in dibine vurmus durumdayim.


An itibariyle;
  1. Yetistirmem gereken bir (hatta iki) projem var.
  2. Calismam gereken bir sinav var.
  3. Cevaplamam gereken emailler var.
  4. Gelmekte olan bir dogum gunu icin yapilacak hazirliklar var.
  5. Temizlenecek bir ev var.
  6. Aklima gelmedi ama vardir birsey daha.
Bense bunlari yapmamak icin elimden gelen ozeni(!) gosteriyorum.

Yardim edecek birisi yok mu???

Lutfeeen!!

22 Şubat 2012 Çarşamba

"Ben yakın sen uzak!"

Geçen gün bir arkadaşım Sagopa Kajmer'in aşağıdaki şarkısını tavsiye etti. Şimdiye kadar sağda solda duyduğum dışında oturup da rap dinlemişliğim yoktu. Öyle katı önyargılarla bakmıyordum fakat; rap müziğin genelde küfürlü olduğunu ve bunu da zaten ardarda hızlıca söylediklerinden anlamayacağımı düşünüyordum.

Yanılmışım!

En azından bu şarkı için. Çünkü hala başka örneklerini dinlemedim.


Hoşuma giden cümleler:

Ben yakın sen uzak, ya sen yakınlarımda ben ırak,
Masiva bırak direk bileklerimden.
Rayihamı miske bezemek elzem, ...
Aynalarımı çatlattım ben, darmadığın tuzla buz oldu içim, ...
Ya sen; terazilerce altın yüklenmiş gibisin, ...
...
... beni yangın paklar.
...
Her dalım çiçeklerimin annesi.
... küheylan kaldı bi kemik bir deri. ...
...

Küfürsüz rap olurmuş.
Hem maneviyat da içerebilirmiş.
Rap olarak ne kadar başarılı bilemiyorum.
Ben beğendim.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Yürüyen Şato/Howl’s Moving Castle (2004)

Geçen hafta nihayet Yürüyen Şato’yu izledim. Yaklaşık iki sene önce arkadaşım R. tavsiye ettiğinde niye izlemedim diye de hayıflandım. Her animeseverin izlemesi gereken bir yapım. Hele ki benim gibi fantastik dünyaları seyre doyamayan biriyseniz. Yönetmeni de “AnimelerDiyarının Efsanesi” Hayao Miyazaki zaten. (Miyazaki demişken.. Daha önce de Prenses Mononeke ve Yer Deniz Hikayeleri’ni izlemiştim. Fantastik yapımları beğeniyorsanız mutlaka izlemelisiniz.) Film Diana Wynne Jones adlı bir yazarın aynı adlı romanından uyarlanmış. Hatta devam kitabı da varmış. Okuma listeme aldım, bakalım nasıl olacak.

Bu arada unutmadan, belki ilgisini çeken olur diye söyleyeyim; Japonca’sında Howl’u seslendiren Kimura Takuya, İngilizce’sinde Christian Bale. Türkçe’sinde ise Ziya Kürküt. Şimdi diğer ikisini
düşününce Ziya Kürküt’ün sesi ince kaçmış gibi geldi ama dinlemeden yorum yapmayayım.
Konusuna kısaca değinecek olursak:
Babasından kalma şapka dükkanında çalışan Sophie’nin yolu Howl ile çakışır. Bu sırada Howl’dan yardım görür ve etkilenir. (İlk karşılaşmada beraber uçtular; etkilenmemek mümkün mü?)
Bu sırada onları izleyen Kötülükler Cadısı durumu yanlış anlar ve Sophie’yi yaşlı bir nineye çevirerek Howl’a bir mesaj götürmesini ister. Sophie garibim de bu haliyle insan içine çıkamayacağı için mecburen Howl’u aramak üzere yola koyulur. Kahramanlarımız bir yandan hikayelerini yaşarken arka planda bir savaş yaşanmaktadır. Acaba bu savaş onları nasıl etkileyecektir?

Karakterler
Sophie: Şapka dükkanında çalışır. Sessiz-sakin, hanım hanımcık esas kızımız. Çok güzel değil ve bunun da farkında olduğu için üzüldüğü zamanlar oluyor. Nineye dönüştüğünde ise nasıl olduğunu izlemiz gerek. (Daha da anlatırdım ama spoiler olmasın.)
Howl: Genç ve yetenekli büyücümüz, esas oğlanımız. Yakışıklı ve güzelliğe düşkün. Hatta halk arasında güzel kadınların kalbini çalıp yediği dedikodusu dolaşıyor. Acaba doğru mu? Yoksa Sophie’nin kalbini de mi yedi? (hepsi ve daha fazlası filmde)Bir de Howl’un kimselere anlatmadığı bir sırrı var.
Kötülükler Cadısı: Filmde ismi “the Witch of Waste” diye geçiyor, ‘İsraf Cadısı’ daha doğru olabilir ama; ben bu şekilde Türkçeleştirdim. Bu cadı kafayı Howl’a takmış, bir nevi belalısı diyebiliriz. Bu yüzden ona yaklaşan kadınları ağına düşürüyor. Zavallı Sophie de bu yüzden yaşlanıyor. Aslında asıl istediği Howl’un kalbi, tabi Howl’un bir kalbi varsa? (Oops! Spoiler yoktu
değil mi?)
Markl: Howl’la beraber yaşayan çocuk. Çırağı da diyebiliriz. Howl’un işlerini idare ediyor. Sophie’yi de çok seviyor. Resmen nine-torun gibi oluyorlar. Sihirli pelerini de çok ilginç.
Calcifer: Ateş cini desem yanlış olmaz herhalde. Cılız bir ateş zannedebilirsiniz ama, onun sayesinde şato hareket ediyor. (Gücünü hafife alamak lazım yani.)Howl ile aralarında bir anlaşma olduğu için şatoya bağlı ve sadece Howl’un emirlerini yerine getiriyor. Aslında sadece Howl’un sözünü dinlemesi şımarıklığından, Sophie gelince bir güzel dinletiyor sözünü.
Korkuluk/Turp Kafa: Bu da garip bir şekilde Sophie’nin yanında belirip duruyor. Başta sapık zannedebilirsiniz ama yardımsever olduğunu anlamanız kısa sürüyor. Hiç konuşmayan bu karakterin sırrını da filmin sonunda öğreniyoruz. Meğer korkuluk ... :)

Bunlardan başka Sophie’nin kızkardeşi Lettie, kralın baş büyücüsü Madam Suliman ve Madam Suliman’ın köpeği Heen de diğer karakterlerimiz oluyor.


Yorumlarımda spoiler olabilir, şimdiden uyarayım.

Oturup rahatça izleyeyim diye epeydir beklettiğim bir filmdi, fakat aynı şekilde etkileyiciydi diyemiyeceğim. Belki de buna benzer yapımları zaten izlediğim için fazla özgün gelmedi.
Howl’un savaşa müdahale ettiği yerlerde daha fazla aksiyon beklemiştim, yoktu. Savaş karşıtı tutumunu da daha çarpıcı anlatabilirlerdi, sönük kalmış sanki.
Sophie’nin Howl’u nasıl sevdiğini anladık ama, Howl’un Sophie’yi ne zaman ve nasıl sevdiği biraz aceleye gelmiş gibiydi. Tamam Sophie her haliyle onu kabul ederdi, hatta bir defa da bencilce sözlerinden dolayı azarladı ama Howl bu sırada da çok etkilenmiş görünmüyordu.
Çok mu olumsuz şeyler yazdım yoksa. Aslında sevdiğim çok yeri var. Hemen onlara geçelim madem.

Manzaralar harikaydı. Hele Sophie’nin Markl’la beraber oturup çay içtiği göl kenarı.. Çizgi bile olsa kıskandım.

Sophie’nin ara ara gençleşmesi.. Özellikle Howl’dan bahsederken (bkz. Madam Suliman’ın yanında), ve yaşlı-çirkin olduğunu unuttuğu anlarda. Howl’un yanında güzelleşmeye başlarken bir anda “Ben güzel değilim, sadece temizlikte iyiyim”, “Yaşlılığın bir güzel yönü de kaybedecek çok az şeyin olması” demesi ve anında yaşlı haline dönmesiyle içimden öyle bir “Haayıııırr!” çektim ki.. :( Neyse ki geçiciymiş :)
Howl’un Sophie’ye “Sonunda korumak istediğim birini buldum.. Seni” demesi.. İyi ki buldu, yoksa o savaşın bir yerinde ölecekti.

Calcifer’in her hali.. Çok şirindi ya.. Hele yumurta kabuklarını yemesi.
Şatonu yürümesi ve kapıdaki renge göre farklı bir yere gidebilmeleri. Benim de öyle evim olsa nerelere gitmek isterdim acaba?
Bir de bu tür hikayelerde mutlak kötü olmamasını da seviyorum. Kötülükler cadısının güçleri alındıktan sonra pamuk gibi biri olması ve bizimkilere takılması; Sophi’nin de büyüklük gösterip bu kadıncağıza yardım etmesi en çok ders alınacak kısımlardandı herhalde.
Müzikleri.. Kesinlikle çok iyi. Hatta beraber dinleyelim..
Daha da çoğaltılabilir ama bu kadarıyla yetinelim. Eminim izlediğinizde siz de başka noktalarını yakalarsınız.
Sonsöz: Mutlaka izleyin, izlettirin. :)

9 Şubat 2012 Perşembe

Türkiye'den Jae Joong Geçti


Allah’ım ben ne yapıyorum?*
Blogumda hakkında yazacagım ilk ünlü Jae Joong mu oluyor? (FT Island grup oldugu için sayılmaz.)*
Gelecek, geliyor, geldi derken Jae Joong ülkesine döndü bile. "Jae Joong da kim?" diyenleri önce şuraya alalım. (Biliyorsunuz bu blogun sahibesi çok üşengeç; yazmaktansa okumayı tercih eder.)
Aslında JYJ hayranı değilim. DBSK zamanlarından beri arada bir dinlerim şarkılarını da. Fakat bir üyesinin Türkiye’ye gelmesi, üstelik bir de hayran buluşması yapacak olması nedense beni de heyecanlandırdı en başta. Şimdi sakinim ama, yine de yazmak istedim işte.. (İçimdeki fangirl uyandı galiba.)
Yukarıda Jae Joong’un kim olduğunu öğrendiyseniz, Türkiye’ye niye geldiğini kendim yazayım bari. Güney Kore Devlet Başkanı Lee Myung Bak’ın Türkiye ziyareti sırasında Kore Elçiliği'nin de davetiyle Ankara Kore Kültür Merkezi’nin düzenlediği kültürel etkinliklere katılmak için ülkemize geldi. Üniversiteli öğrencilerle buluştu. Hatta Çankaya Köşkü’nde yemeğe bile katıldı. Bakın, burda da Abdullah Gül’e selam verirken. (Nasıl da saygılı maşallah!)
Gelmişken de -varsa- beni seven Türk kızlarına bir hayran buluşması yapayım demiş. Ankara Üniversitesi DTCF binasında (keşke Ankara Arena’da olsaydı da isteyen herkes gidebilseydi) Pazar günü yapılmış. Tabii bunda bizim hayran kulüplerimizin yoğun çalışmasının da rolü var. İnternetten gördüğüm kadarıyla organizasyon başarılı geçmiş. Uzak Doğu’daki hayran buluşmalarıyla kıyaslarsak fazla mütevazı kaldığını söyleyebiliriz fakat başlangıç için yeterli diyebilirim.
Peki kızlarımız neler yapmış? (Erkekler alınmasın lütfen. En çok kızlar olduğu için kızlar diye yazıyorum.) Geçtiği ya da geleceği yerlerde saatlerce beklemişler. Tezahüratlar yapmışlar. Posterler, resimler taşımışlar. İmza almışlar. Bol bol fotoğraf çekmişler ve hatta bazı şanslılar Jae Joong ile çektirmişler. (Bütün fotoğraf ve videolara JYJ Turkey sitesinden bakabilirsiniz) Bende genel olarak seviyeli ve samimi bir ortam oluşmuş hissi uyandırdı. (Yanlışım varsa düzeltin.)
Şimdi asıl önemli soruya geçersek, Jae Joong ne yapmış böyle hayranların karşısında? Bu kadar sevildiğini daha önce bilmiyormuştur herhalde. Şaşırmışsa da fazla belli etmemiş gibi geldi bana. Türkçe selam vermesi artı puan kazandırdı benim gözümde (Çok da düzgün söylemiş hani).
Beni şaşırtan kısmı daha önce başka yerlerde söylemediği türden açıklamalar yapması oldu (Örnek: “Türk kızları çok güzelmiş”, “Korece bilen bir Türk kızıyla evlenmeyi düşünebilirim”). Açıkcası hemen bu sözlerine inanmadım. Ya Türkiye’de hayran buluşması yapan ilk Koreli olduğu için jest yapmak istedi, ya da sözlerinin bu kadar önemseneceğini düşünmedi diye düşündüm. Tabii ki koyu bir fangirl mest olmuştur bu sözlere.
İlk defa geldiği bir ülke olduğu için biraz da çekingenmiş sanki. Bizim kızlar ağzından çıkan herşeye çığlık atarken onun konuşurken utanması ya da mütevazı olması diyelim çok da beklemediğim bir hareketti. Türkçe olarak “Sizi seviyorum” ve “Sizi özledim” dedikten sonraki haline bakın.
Bu yazıyı okuyan herkes benden daha iyi bilir herhalde ünlüler arasında twitter’ın ne kadar yaygın olduğunu. İşte Jae Joong da twitter’dan Türkiye ile ilgili twitler atmış, fotoğraflar yollamış. Sözlerinden bazıları:
  • Türk insanı ve Koreliler arasında kesinlikle benzerlikler var. Burası kesinlikle İYİ bir yer! Çok heyecanlıyım ve sonraki birkaç günü sabırsızlıkla bekliyorum.”
  • “Burada Türkiye’de gerçekten mutluyum ~ ~ ~ ^^ ”
  • “Türkiye’de hava inanılmaz soğuk fakat yanımda çok farklı bir sıcaklık götürüyorum. Teşekkürler ~Türkiye~”
Şimdi de bizim medyada nasıl yankı bulmuş tüm bunlar bakalım isterseniz. Gazeteler ve televizyonlar Jae Joong için “Güney Kore’nin Tarkan’ı” ya da “Megastarı” ifadesini kullanmışlar. Türkiye’de bu kadar hayranı olmasına da şaşırmışlar. Şu iki videoyu da izlemenizi öneririm (video 1, video 2). Spikerlerin haberi sunuşundan ne demek istediğimi anlarsınız.
İşte böylece Jae Joong-şi ülkesine karşı vazifesini en güzel şekilde tamamladı, Türk hayranlarının gönlünü bir kez daha fethetti ve Türkiye’deki Hallyu dalgasını daha da duyulur hale getirdi.
Artık ben de bir yabancı ünlü misafirimizi daha güzelce ağırlamanın gururuyla (!) yazımı bitirmek istiyorum müsaadenizle. (Sanki ben ağırladım ya..) Hadi kapanışı da Jae Joong’un hayran buluşmasında söylediği şarkıyla yapalım. Huzurlarınızda Jae Joong ve “I’ll Protect You”
(Yazımı yazarken okuduğum haber ve fotoğraf kaynağım JYJ Turkey sitesidir.)
Not: Tüm bu hayran kızlar, hayran buluşması bir anımı ve bir hayalimi hatırlattı şimdi. Onları da başka bir yazıya saklayayım madem. Dedim ya üşengecim diye, hepsini şimdi yazamam. :)
*İtalik yazılar yazarın iç sesi