23 Şubat 2012 Perşembe

Keyfiyet #3 Biri beni bu tembellikten kurtarsin!

"Procrastination"in dibine vurmus durumdayim.


An itibariyle;
  1. Yetistirmem gereken bir (hatta iki) projem var.
  2. Calismam gereken bir sinav var.
  3. Cevaplamam gereken emailler var.
  4. Gelmekte olan bir dogum gunu icin yapilacak hazirliklar var.
  5. Temizlenecek bir ev var.
  6. Aklima gelmedi ama vardir birsey daha.
Bense bunlari yapmamak icin elimden gelen ozeni(!) gosteriyorum.

Yardim edecek birisi yok mu???

Lutfeeen!!

22 Şubat 2012 Çarşamba

"Ben yakın sen uzak!"

Geçen gün bir arkadaşım Sagopa Kajmer'in aşağıdaki şarkısını tavsiye etti. Şimdiye kadar sağda solda duyduğum dışında oturup da rap dinlemişliğim yoktu. Öyle katı önyargılarla bakmıyordum fakat; rap müziğin genelde küfürlü olduğunu ve bunu da zaten ardarda hızlıca söylediklerinden anlamayacağımı düşünüyordum.

Yanılmışım!

En azından bu şarkı için. Çünkü hala başka örneklerini dinlemedim.


Hoşuma giden cümleler:

Ben yakın sen uzak, ya sen yakınlarımda ben ırak,
Masiva bırak direk bileklerimden.
Rayihamı miske bezemek elzem, ...
Aynalarımı çatlattım ben, darmadığın tuzla buz oldu içim, ...
Ya sen; terazilerce altın yüklenmiş gibisin, ...
...
... beni yangın paklar.
...
Her dalım çiçeklerimin annesi.
... küheylan kaldı bi kemik bir deri. ...
...

Küfürsüz rap olurmuş.
Hem maneviyat da içerebilirmiş.
Rap olarak ne kadar başarılı bilemiyorum.
Ben beğendim.

15 Şubat 2012 Çarşamba

Yürüyen Şato/Howl’s Moving Castle (2004)

Geçen hafta nihayet Yürüyen Şato’yu izledim. Yaklaşık iki sene önce arkadaşım R. tavsiye ettiğinde niye izlemedim diye de hayıflandım. Her animeseverin izlemesi gereken bir yapım. Hele ki benim gibi fantastik dünyaları seyre doyamayan biriyseniz. Yönetmeni de “AnimelerDiyarının Efsanesi” Hayao Miyazaki zaten. (Miyazaki demişken.. Daha önce de Prenses Mononeke ve Yer Deniz Hikayeleri’ni izlemiştim. Fantastik yapımları beğeniyorsanız mutlaka izlemelisiniz.) Film Diana Wynne Jones adlı bir yazarın aynı adlı romanından uyarlanmış. Hatta devam kitabı da varmış. Okuma listeme aldım, bakalım nasıl olacak.

Bu arada unutmadan, belki ilgisini çeken olur diye söyleyeyim; Japonca’sında Howl’u seslendiren Kimura Takuya, İngilizce’sinde Christian Bale. Türkçe’sinde ise Ziya Kürküt. Şimdi diğer ikisini
düşününce Ziya Kürküt’ün sesi ince kaçmış gibi geldi ama dinlemeden yorum yapmayayım.
Konusuna kısaca değinecek olursak:
Babasından kalma şapka dükkanında çalışan Sophie’nin yolu Howl ile çakışır. Bu sırada Howl’dan yardım görür ve etkilenir. (İlk karşılaşmada beraber uçtular; etkilenmemek mümkün mü?)
Bu sırada onları izleyen Kötülükler Cadısı durumu yanlış anlar ve Sophie’yi yaşlı bir nineye çevirerek Howl’a bir mesaj götürmesini ister. Sophie garibim de bu haliyle insan içine çıkamayacağı için mecburen Howl’u aramak üzere yola koyulur. Kahramanlarımız bir yandan hikayelerini yaşarken arka planda bir savaş yaşanmaktadır. Acaba bu savaş onları nasıl etkileyecektir?

Karakterler
Sophie: Şapka dükkanında çalışır. Sessiz-sakin, hanım hanımcık esas kızımız. Çok güzel değil ve bunun da farkında olduğu için üzüldüğü zamanlar oluyor. Nineye dönüştüğünde ise nasıl olduğunu izlemiz gerek. (Daha da anlatırdım ama spoiler olmasın.)
Howl: Genç ve yetenekli büyücümüz, esas oğlanımız. Yakışıklı ve güzelliğe düşkün. Hatta halk arasında güzel kadınların kalbini çalıp yediği dedikodusu dolaşıyor. Acaba doğru mu? Yoksa Sophie’nin kalbini de mi yedi? (hepsi ve daha fazlası filmde)Bir de Howl’un kimselere anlatmadığı bir sırrı var.
Kötülükler Cadısı: Filmde ismi “the Witch of Waste” diye geçiyor, ‘İsraf Cadısı’ daha doğru olabilir ama; ben bu şekilde Türkçeleştirdim. Bu cadı kafayı Howl’a takmış, bir nevi belalısı diyebiliriz. Bu yüzden ona yaklaşan kadınları ağına düşürüyor. Zavallı Sophie de bu yüzden yaşlanıyor. Aslında asıl istediği Howl’un kalbi, tabi Howl’un bir kalbi varsa? (Oops! Spoiler yoktu
değil mi?)
Markl: Howl’la beraber yaşayan çocuk. Çırağı da diyebiliriz. Howl’un işlerini idare ediyor. Sophie’yi de çok seviyor. Resmen nine-torun gibi oluyorlar. Sihirli pelerini de çok ilginç.
Calcifer: Ateş cini desem yanlış olmaz herhalde. Cılız bir ateş zannedebilirsiniz ama, onun sayesinde şato hareket ediyor. (Gücünü hafife alamak lazım yani.)Howl ile aralarında bir anlaşma olduğu için şatoya bağlı ve sadece Howl’un emirlerini yerine getiriyor. Aslında sadece Howl’un sözünü dinlemesi şımarıklığından, Sophie gelince bir güzel dinletiyor sözünü.
Korkuluk/Turp Kafa: Bu da garip bir şekilde Sophie’nin yanında belirip duruyor. Başta sapık zannedebilirsiniz ama yardımsever olduğunu anlamanız kısa sürüyor. Hiç konuşmayan bu karakterin sırrını da filmin sonunda öğreniyoruz. Meğer korkuluk ... :)

Bunlardan başka Sophie’nin kızkardeşi Lettie, kralın baş büyücüsü Madam Suliman ve Madam Suliman’ın köpeği Heen de diğer karakterlerimiz oluyor.


Yorumlarımda spoiler olabilir, şimdiden uyarayım.

Oturup rahatça izleyeyim diye epeydir beklettiğim bir filmdi, fakat aynı şekilde etkileyiciydi diyemiyeceğim. Belki de buna benzer yapımları zaten izlediğim için fazla özgün gelmedi.
Howl’un savaşa müdahale ettiği yerlerde daha fazla aksiyon beklemiştim, yoktu. Savaş karşıtı tutumunu da daha çarpıcı anlatabilirlerdi, sönük kalmış sanki.
Sophie’nin Howl’u nasıl sevdiğini anladık ama, Howl’un Sophie’yi ne zaman ve nasıl sevdiği biraz aceleye gelmiş gibiydi. Tamam Sophie her haliyle onu kabul ederdi, hatta bir defa da bencilce sözlerinden dolayı azarladı ama Howl bu sırada da çok etkilenmiş görünmüyordu.
Çok mu olumsuz şeyler yazdım yoksa. Aslında sevdiğim çok yeri var. Hemen onlara geçelim madem.

Manzaralar harikaydı. Hele Sophie’nin Markl’la beraber oturup çay içtiği göl kenarı.. Çizgi bile olsa kıskandım.

Sophie’nin ara ara gençleşmesi.. Özellikle Howl’dan bahsederken (bkz. Madam Suliman’ın yanında), ve yaşlı-çirkin olduğunu unuttuğu anlarda. Howl’un yanında güzelleşmeye başlarken bir anda “Ben güzel değilim, sadece temizlikte iyiyim”, “Yaşlılığın bir güzel yönü de kaybedecek çok az şeyin olması” demesi ve anında yaşlı haline dönmesiyle içimden öyle bir “Haayıııırr!” çektim ki.. :( Neyse ki geçiciymiş :)
Howl’un Sophie’ye “Sonunda korumak istediğim birini buldum.. Seni” demesi.. İyi ki buldu, yoksa o savaşın bir yerinde ölecekti.

Calcifer’in her hali.. Çok şirindi ya.. Hele yumurta kabuklarını yemesi.
Şatonu yürümesi ve kapıdaki renge göre farklı bir yere gidebilmeleri. Benim de öyle evim olsa nerelere gitmek isterdim acaba?
Bir de bu tür hikayelerde mutlak kötü olmamasını da seviyorum. Kötülükler cadısının güçleri alındıktan sonra pamuk gibi biri olması ve bizimkilere takılması; Sophi’nin de büyüklük gösterip bu kadıncağıza yardım etmesi en çok ders alınacak kısımlardandı herhalde.
Müzikleri.. Kesinlikle çok iyi. Hatta beraber dinleyelim..
Daha da çoğaltılabilir ama bu kadarıyla yetinelim. Eminim izlediğinizde siz de başka noktalarını yakalarsınız.
Sonsöz: Mutlaka izleyin, izlettirin. :)

9 Şubat 2012 Perşembe

Türkiye'den Jae Joong Geçti


Allah’ım ben ne yapıyorum?*
Blogumda hakkında yazacagım ilk ünlü Jae Joong mu oluyor? (FT Island grup oldugu için sayılmaz.)*
Gelecek, geliyor, geldi derken Jae Joong ülkesine döndü bile. "Jae Joong da kim?" diyenleri önce şuraya alalım. (Biliyorsunuz bu blogun sahibesi çok üşengeç; yazmaktansa okumayı tercih eder.)
Aslında JYJ hayranı değilim. DBSK zamanlarından beri arada bir dinlerim şarkılarını da. Fakat bir üyesinin Türkiye’ye gelmesi, üstelik bir de hayran buluşması yapacak olması nedense beni de heyecanlandırdı en başta. Şimdi sakinim ama, yine de yazmak istedim işte.. (İçimdeki fangirl uyandı galiba.)
Yukarıda Jae Joong’un kim olduğunu öğrendiyseniz, Türkiye’ye niye geldiğini kendim yazayım bari. Güney Kore Devlet Başkanı Lee Myung Bak’ın Türkiye ziyareti sırasında Kore Elçiliği'nin de davetiyle Ankara Kore Kültür Merkezi’nin düzenlediği kültürel etkinliklere katılmak için ülkemize geldi. Üniversiteli öğrencilerle buluştu. Hatta Çankaya Köşkü’nde yemeğe bile katıldı. Bakın, burda da Abdullah Gül’e selam verirken. (Nasıl da saygılı maşallah!)
Gelmişken de -varsa- beni seven Türk kızlarına bir hayran buluşması yapayım demiş. Ankara Üniversitesi DTCF binasında (keşke Ankara Arena’da olsaydı da isteyen herkes gidebilseydi) Pazar günü yapılmış. Tabii bunda bizim hayran kulüplerimizin yoğun çalışmasının da rolü var. İnternetten gördüğüm kadarıyla organizasyon başarılı geçmiş. Uzak Doğu’daki hayran buluşmalarıyla kıyaslarsak fazla mütevazı kaldığını söyleyebiliriz fakat başlangıç için yeterli diyebilirim.
Peki kızlarımız neler yapmış? (Erkekler alınmasın lütfen. En çok kızlar olduğu için kızlar diye yazıyorum.) Geçtiği ya da geleceği yerlerde saatlerce beklemişler. Tezahüratlar yapmışlar. Posterler, resimler taşımışlar. İmza almışlar. Bol bol fotoğraf çekmişler ve hatta bazı şanslılar Jae Joong ile çektirmişler. (Bütün fotoğraf ve videolara JYJ Turkey sitesinden bakabilirsiniz) Bende genel olarak seviyeli ve samimi bir ortam oluşmuş hissi uyandırdı. (Yanlışım varsa düzeltin.)
Şimdi asıl önemli soruya geçersek, Jae Joong ne yapmış böyle hayranların karşısında? Bu kadar sevildiğini daha önce bilmiyormuştur herhalde. Şaşırmışsa da fazla belli etmemiş gibi geldi bana. Türkçe selam vermesi artı puan kazandırdı benim gözümde (Çok da düzgün söylemiş hani).
Beni şaşırtan kısmı daha önce başka yerlerde söylemediği türden açıklamalar yapması oldu (Örnek: “Türk kızları çok güzelmiş”, “Korece bilen bir Türk kızıyla evlenmeyi düşünebilirim”). Açıkcası hemen bu sözlerine inanmadım. Ya Türkiye’de hayran buluşması yapan ilk Koreli olduğu için jest yapmak istedi, ya da sözlerinin bu kadar önemseneceğini düşünmedi diye düşündüm. Tabii ki koyu bir fangirl mest olmuştur bu sözlere.
İlk defa geldiği bir ülke olduğu için biraz da çekingenmiş sanki. Bizim kızlar ağzından çıkan herşeye çığlık atarken onun konuşurken utanması ya da mütevazı olması diyelim çok da beklemediğim bir hareketti. Türkçe olarak “Sizi seviyorum” ve “Sizi özledim” dedikten sonraki haline bakın.
Bu yazıyı okuyan herkes benden daha iyi bilir herhalde ünlüler arasında twitter’ın ne kadar yaygın olduğunu. İşte Jae Joong da twitter’dan Türkiye ile ilgili twitler atmış, fotoğraflar yollamış. Sözlerinden bazıları:
  • Türk insanı ve Koreliler arasında kesinlikle benzerlikler var. Burası kesinlikle İYİ bir yer! Çok heyecanlıyım ve sonraki birkaç günü sabırsızlıkla bekliyorum.”
  • “Burada Türkiye’de gerçekten mutluyum ~ ~ ~ ^^ ”
  • “Türkiye’de hava inanılmaz soğuk fakat yanımda çok farklı bir sıcaklık götürüyorum. Teşekkürler ~Türkiye~”
Şimdi de bizim medyada nasıl yankı bulmuş tüm bunlar bakalım isterseniz. Gazeteler ve televizyonlar Jae Joong için “Güney Kore’nin Tarkan’ı” ya da “Megastarı” ifadesini kullanmışlar. Türkiye’de bu kadar hayranı olmasına da şaşırmışlar. Şu iki videoyu da izlemenizi öneririm (video 1, video 2). Spikerlerin haberi sunuşundan ne demek istediğimi anlarsınız.
İşte böylece Jae Joong-şi ülkesine karşı vazifesini en güzel şekilde tamamladı, Türk hayranlarının gönlünü bir kez daha fethetti ve Türkiye’deki Hallyu dalgasını daha da duyulur hale getirdi.
Artık ben de bir yabancı ünlü misafirimizi daha güzelce ağırlamanın gururuyla (!) yazımı bitirmek istiyorum müsaadenizle. (Sanki ben ağırladım ya..) Hadi kapanışı da Jae Joong’un hayran buluşmasında söylediği şarkıyla yapalım. Huzurlarınızda Jae Joong ve “I’ll Protect You”
(Yazımı yazarken okuduğum haber ve fotoğraf kaynağım JYJ Turkey sitesidir.)
Not: Tüm bu hayran kızlar, hayran buluşması bir anımı ve bir hayalimi hatırlattı şimdi. Onları da başka bir yazıya saklayayım madem. Dedim ya üşengecim diye, hepsini şimdi yazamam. :)
*İtalik yazılar yazarın iç sesi